DEVA Partisi Kadınları Danıştay'a dilekçe vererek İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararına karşı dava açtı. Yapılan açıklamada "ŞİDDET SUSTUKÇA ÇOĞALIR" diyerek İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararına tepki gösterdiler.
Biz kadına yönelik şiddete sessiz kalmanın, şiddete ortak olmak anlamına geldiğini bilerek;
ŞİDDET SUSTUKÇA ÇOĞALIR diyerek;
ŞİDDET KARŞISINDA SUSMAYACAĞIMIZI kamuoyuna ilan ediyoruz.
Şiddete uğrayan her bir kadının arkasında SUSMAYAN DEVA’LI KADINLAR olarak duracağımızın bilinmesini istiyoruz.
Biz bugün bu hukuksuzluğun, yok hükmündeki çekilme kararının düzeltilmesi için Danıştay’a davamızı açıyoruz.
“Bahaneleri bırakın! Şiddete uğrayan kadınların yardım çığlıklarını duyun!” diyoruz.
DEVA YAŞATIR diyerek, şiddetsiz bir Türkiye, şiddetsiz bir Avrupa ve şiddetsiz bir dünya için mücadelemizi sürdüreceğimizi kamuoyu ile paylaşıyoruz.
Kadınlara yönelik şiddetle mücadele eden sivil toplum kuruluşlarının, kadın aktivistlerin isyanları vardı.
Kendisini ve annesini tehdit eden, darp eden kocasını yıllarca kolluk kuvvetlerine, mahkemelere şikayet ettiği halde korunamayan ve annesini bu şiddete kurban veren Nahide Opuz’un AİHM’de kazandığı dava vardı.
Her gün bir ya da birkaç kadının aile içi şiddete, cinayete kurban verildiği bir ülke manzarası vardı.
İstanbul Sözleşmesi, tam adıyla “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” 2011 yılında Ak Parti hükümeti tarafından bu yüzden imzalandı. Şimdi, üzerinden 10 yıl geçmişken, sırf bazı kesimleri memnun etmek adına bu Sözleşme’den çekilme kararı vermek yersizdir, hukuksuzdur, mesnetsizdir.
2014’ten bu yana yürürlükte olan bir Sözleşmeyi sudan bahanelerle, üstelik usule aykırı olarak geçersiz saymaya kalkmak kimsenin yetkisinde değildir; TBMM’den onaylanarak geçen uluslararası bir sözleşmeden ancak TBMM kararı ile geri çekilmek mümkündür. Çıktık, oldu, bitti açıklamaları TEK TARAFLIDIR. Hukuken YOK Hükmündedir.
2020 verilerine göre Türkiye genelinde kadınların toplumda yaşadığı en büyük sorun, yüzde 66 ile "şiddet"tir. Geçen yıl şiddet mağduru kadınların %60’ı evlerinde yakınları tarafından öldürülmüştür. Fiziksel ya da cinsel şiddete maruz kalan 10 kadından sadece 1’i yardım isteyebilmiştir. İstanbul Sözleşmesi gereğince şiddetten kaçan kadının sığınacağı, korunabileceği ve Türkiye nüfusuna oranla sayılarının 399 olması gereken sığınma evi sayısı bugün sadece 145’tir.
2008 ile 2020 yılları arasında toplam 3621 kadın erkek şiddetinin kurbanı olmuştur. Sadece geçtiğimiz hafta, 23 Mart’ta Türkiye'de 4'ü kadın cinayeti 1’i şüpheli ölüm olmak üzere 5 kadın hunharca öldürülürken; biz ülke olarak gereklerini yerine getiremediğimiz, yıllardır izleme raporlarını sunamadığımız, denetlemesinden kaçındığımız İstanbul Sözleşmesinden çekildiğimizi Avrupa Konseyi’ne bildiriyorduk.
Avrupa Birliği ve OECD (Ekonomik İş birliği ve Kalkınma Örgütü) ülkeleri arasında kadına yönelik şiddetin en yaygın olduğu ülke maalesef Türkiye’dir. Bu gerçekle yüzleşmek ve şiddetle mücadelede İstanbul Sözleşmesi dahil her türlü aracı etkin bir şekilde kullanmak zorundayız.
Geçen hafta İstanbul’da başlattığımız DEVA YAŞATIR kampanyamızda, “Artık susmayacağız, şiddete uğrayan her bir kadın için adaleti sağlayana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz!” demiştik. Ayrıca yine geçen hafta başlattığımız imza kampanyamıza hem Türkiye’nin dört bir yanında imza listelerimizle, hem de dijital imza olarak Change.org’da devam ediyoruz. Bugün de bu hukuksuzluğun ve keyfiliğin düzeltilmesi için Danıştay’a dava açıyoruz, eş zamanlı olarak tüm ülkede birçok ilimizde davalar açılıyor, farklı illerimizde birçok kadın vekaletleriyle bu davaya dahil oluyor.
Aksine aile kurumu içinde şiddet gören kadın ve kız çocuklarını koruyan, şiddeti yaşam boyu süren işkence ve kader olmaktan çıkaran bir sözleşmedir. Şiddetin önlenebilmesi için şiddeti doğuran, besleyip büyüten düşünce ve yapıların toplum ve aile yapısı içinden arındırılmasını sağlayan ve şiddete karşı başta kadınlar olmak üzere tüm bireyleri korumayı sağlayacak mekanizmalar içeren uluslararası bir anlaşmadır.
Korkunun, sindirmenin, katlanmanın, sessiz kalmanın önüne geçen; koruyucu mekanizmaların işleyip işlemediğini kontrol eden, kolluk güçlerinin, yargı mensuplarının, bakanlık yetkililerinin görevlerini gereğince yerine getirip getirmediğini izleyen; şiddetle ilgili tüm verilerin raporlanmasını isteyen uluslararası bir sözleşmedir.
İstanbul Sözleşmesi 2011 yılında ilk imzacı olan Türkiye tarafından hiçbir şerh ve çekince konulmaksızın imzalanmıştır. Hazırlanması sürecinde Ak Parti Hükümetinden bakan ve genel müdür düzeyinde yetkililer ve Türkiye’li sivil toplum örgütleri aktif olarak yer almıştır. Sözleşme 2012 yılında onaylanmış, 2014 yılında yürürlüğe girmiştir. Sözleşme hükmü uyarınca 5 yıllık süre boyunca tek taraflı fesih ve çekilme hakkı söz konusu iken, bunlara tevessül edilmemiştir. Üstelik bu Sözleşme’nin hükümleriyle paralel bir şekilde 6284 Sayılı Kanun çıkarılmıştır.
Hal böyleyken, bugün Sözleşme’den çekilme sebebi olarak gösterilen mahzurların, fesih ve çekilme hakkının geçerli olduğu ilk 5 yıl içinde neden ortaya çıkmadığı ya da tespit edilemediği CEVAPLANMALIDIR!
Sözleşme öncelikle kadına karşı şiddeti önlemek amaçlı olup, kişilerin eşcinsel olmasını özendirmeye yönelik bir niyet ya da ifade içermemektedir. Sözleşme’de eşcinsellerin zikredildiği tek hüküm ayrımcılık ve şiddet yasağı için düzenlenmiş olan 4. Maddedir, buradaki hüküm zaten Anayasamızda ve TCK’da ve ilgili diğer mevzuatımızda olan bir hükümdür.
Biz kadınları yaşatmak için İstanbul Sözleşmesini ve tüm hukukî mevzuatı en etkin bir şekilde uygulayacağız!
Biz sözleşmenin gereklerinden biri olan ve yıllardır hazırlanmayan raporları, sayıları, oranları izleme komisyonuna vermekten çekinmeyeceğiz!
Biz, kadının sığındığı her makamda muhatap olacağı görevlileri eğiterek; mağdura bilgiyle, hassasiyetle ve vicdani sorumlulukla muamele edilmesini sağlayacağız!
Kadın ölümden kaçıyorsa sığınabileceği gerekli sayıda sığınma evi açacağız!
Çocukları şiddet dolu evlerde büyümekten koruyacağız!
Unutulmamalıdır ki şiddet yüzünden kaybettiğimiz her çocuk ve kadının trajedisinde, devletin vebali kadar toplumun da vebali vardır.